Abdullatif Acar

Abdullatif Acar

Seçimi bizim Yusuflar kazandı

Seçimi bizim Yusuflar kazandı

Malumunuz seçimler sona erdi. Elbette ki bu seçimin kazananı da olacak kaybedeni de. Lakin şaibe olduğu iddia edilen, yolsuzluk yapıldığı söylenen İstanbul gibi metropol bir ilde CHP seçmeni İstanbul’u yeniden fethetmiş gibi sokaklara dökülüp şampanya patlatarak kutlamaya başladılar bile; rakip parti mensuplarına ağza alınmayacak sözlerle sloganlar attılar. Ne garip ki, şampanyalarla kutlama yapanlar, her seçimi kazanınca şükür namazı kılan bu ülkenin Cumhurbaşkanına edep dışı hakaret etmekten çekinmediler.

İktidar olmadan güç zehirlenmesi yaşayan bu insanların “Yıllardır kulaklarımızı yırtan mehteri tarihe gömdük, geçmiş olsun Fatih Sultan Mehmet, yaşa Mustafa Kemal Paşa” mesajları adeta tahrik edici bir etki yapmıştır. HDP’li bir vekil “Kobani düşmedi, İstanbul düştü düşecek” sözleri kafalardaki düşüncenin bizim vatan anlayışımızla hiçbir ilgisi yok. Firari gazeteci Can Dündar’ın “AK Parti sadece Esenyurt’u ve İstanbul’u değil, İslam’ı kaybetti bu gece… Geçmiş olsun, Mekke Kudüs” sözlerinden ise kazanma ve kaybetme anlayışının en gülünç ifade şekline şahit oluyoruz. Herkes davranışıyla sirkatini yansıtıyor. İnsanın inancı neyse onu ön plana çıkarıyor. Biri için doğru kabul edilen öteki için fevkalade yanlış olarak kabul edilmesi çok doğal. Fakat saadetlerini başkalarının inanç ve değerlerine hakaret ederek kuranlar o enkazın altında bir gün mutlaka kalacaklardır. Kazandım, derken kaybetmenin acısını çekeceklerdir.

Neyse! Bu gibi eleştiriler hep yapıldı ve yapılacakta. Buradan hareketle benim, asıl söylemek istediğim, seçimin asıl kaybedeninin ve kazananının kim olduğudur. Bugün koltuklarına hiç kalkmayacakmış gibi oturanlar başka bir seçimde alaşağı ediliyor. Sonrasında “bir varmış bir yokmuş kadar” basit bir iki cümleyle anılmaya değer bulunuyorlar. Ancak milletin gönlüne taht kurduğunuzda kimse seçimlerle onu alaşağı edemiyor.

Ne iş yaparsanız yapın edep, ahlak ve samimiyeti elden bırakmamalısınız. Hizmetin küçüğü büyüğü olmaz; insanı küçülten büyük işler, büyülten küçük şeyler söz konusudur.

Mesela Bayburtlu Yusuf. Gönüllü olarak AK Parti’nin seçim broşürlerini dağıtıyor. Belki edepsizlere ders vermek açısından basit bir davranış gibi görünse de tesiri çok büyük.

Yusuf daha 19 yaşında. Elinde broşürlerle Kapı kapı dolanıp bildiği doğrunun peşinden gidiyor. İYİ Partili Mine Koraş isimli bayan biraz sonra yaşanacakları videoya çekmek için kamerasını hazırlıyor. Güya prim yapacak, ancak hesap etmediği şeyler var. Önce Yusuf’tan broşür alan Koraş “sen andımızı biliyor musun? Oku bakiyim, seni sorguya çekiyorum” diyor. Yusuf gayet edepli bir şekilde “biliyorum fakat okumam” diye cevap veriyor. İP’li Koraş çaylarınız makarnalarınız bitti mi?” diye Yusuf’u tahrik etmeye devam ediyor. “Evet bitti” diyor Yusuf. “Çalışıyor musun? Git bir işte çalış, ben Türk milliyetçisiyim, AK Parti’ye oy vermem, al bu broşürlerini” diyor.

Yusuf “Tamam ablam, Önemli değil. Canın Sağ olsun” deyip oradan ayrılıyor.

Çektiği videoyu paylaşan bu bayanın milliyetçilikten ne anladığı meydana çıkarken Yusuf’un tavrı ve davranışı her kesimden takdir toplamıştır bile...

Büyük büyük makamlara talip olanların üslup ve seviyeleri karşısında Yusuf’un erdemli davranışı mütekebbirlerin başını önlerine eğmesine sebep olmalı. Çünkü mesele parti meselesi kadar basit değil. Kuyudaki Yusuf’u örnek alma meselesidir. Mısır’a melik olurken dahi Yusuf ahlaklı kalma meselesidir.

Onun için nerede rencide edilen birini görsem, sabrı kuşanan, tevekküle boyanan Peygamber Yusuf aklıma gelir. Her şeye rağmen tebessüm etmeyi başaran temiz yüzler her nedense Hz. Yakup’un oğlu Yusuf’u hatırlatır. Acaba bu gençleri iffet haya ve edep timsali muallimi mısıra melik olan Yusuf mudur diye düşünürüm. Onu meliklik makamına yücelten insanlar değildi. Ancak Yusuf’u, Yusuf eden de zaten o makam değildi.

Onu kardeşleri kuyuya atmıştı da onlar için yine endişelenen Yusuf olmuştu. Ahlakından, edebinden taviz vermemişti.  Onun kuyuda ki sabrı ve tevekkülü Mısır’ın meliklik makamına merdiven olmuştu. Ancak melik olmak için değil, rıza-i ilahi için karanlıkta ümitlerini besledi Hz. Yusuf; Allah’ın her an yanında olduğunu ve kendisi için hayırlı olanı yaratacağına inancı tamdı. Zikirle ve fikirle Allah’a olan güvenini karanlıkta büyüttükçe büyüttü.  Bu samimiyet karşısında oradan geçen kervana Rabbi aldırıp Mısır’a melik etti O’nu. Korktu Rabbinden, kuyudan çıkaran Rabbine bir an olsun arkasını dönmedi Yusuf. Züleyha’nın kışkırtması işe yaramadı. Zaman geldi ki kardeşleri zelil bir şekilde kapısına geldiğinde onlar için dua bile edip onları affetti Yusuf.

Yusufluk kuyuda olup biten şey değil, tacın tahtın olduğunda da devam eden bir makamdır.

Ne işle istihdam edilirsek edilelim, hak davamız uğruna dürüstlüğü, samimiyeti vefa ve sadakati elden bırakmamalıyız. Başkaları hakkında seçim yaparken ilk önce kendi istikametimizi belirlemeliyiz. Yani Yusuf gibi olmayı tercih etmeliyiz. Yoksa dünyevi makam mevki bir gün gelir ki, elimizden alınır ancak edep ve ahlakımızın iffet ve hayamızın, üslup ve zarafetimizin çıkardığı makam kıyamete kadar devam eder. Ahrette de mükafata nail oluruz. İlle de büyük işler için büyük makamlara talip olduysak niyetlerimizde sağlam ise, sorumluluk bilinciyle hareket etmeliyiz. Sorumluluk duygusu, emanet bilinci insanın kalbini işgal eder, taşınan yükün ağırlığını hissederse insan basit görevle bile hep kazananlardan olur.

Hep kazananlardan olmak ümit ve duasıyla…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Abdullatif Acar Arşivi