Bakmak ve görmek
Etrafımızda gerçekleşen anlam yüklü olaylara, değerlere, iyiye, güzele, emeğe ne kadar ilgiliyiz?
Kendi dünyamızla uyumlu olmadığı için gerçek değere, emeğe, yeteneğe kayıtsız mı kalıyoruz?
Kaybolup gittiğimiz hayat telaşında (maalesef) kaçırıyoruz etrafımızda olup biteni. Görmemiz için yaratılmış gözlerimiz, bakıp geçiyor olumlu ya da olumsuz her şeye.
İlkokulda resim öğretmenimiz; “Ulus’a gittiniz mi hiç çocuklar?” diye sormuştu bizlere. Sınıftaki arkadaşlarımın hepsi gitmişti Ulus’a. Çünkü Ulus o yılların AVM’siydi. “Peki, Ulus Meydanındaki Atatürk Heykelini gördünüz mü?” sorusunu hep bir ağızdan yanıtlamıştık “Evettt” diye. Son sorusunu yöneltti öğretmenimiz bizlere: “Çocuklar, Atatürk’ün bindiği atın hangi ayağı havadaydı?”
Sınıf karıştı birden; sol ön, sol arka, sağ ön, sağ arka diyenlerin sesleriyle. Susturdu öğretmenimiz bizleri. Yıllarca kulağımıza küpe olacak altın değerindeki öğüdünü verdi. “Çocuklarım, atın bütün ayakları yere basıyor. Hiçbir ayağı havada değil. Görmek ile bakmak arasındaki fark tam olarak da budur. Hayatınızın her alanında sanatsal bakış açısıyla görün etrafınızda olup biteni.”
Peki nedir sanatsal bakış açısı? Sanatsal bakış açısı; etrafımızdaki nesne, durum ve olayları estetik bir hazla değerlendirmektir. Gelişmiş soyut düşüncemizle baktığımızı yorumlamaktır. Akıl yürütme, analiz ve değerlendirme yetilerimizle oluşturduğumuz eleştirel bakış açımızla görmekte, sanatsal bakış açımızı destekler.
İç dünyanıza, değer yargılarınıza, ideolojilerinize, kişiliğinize, karakterinize, kısaca sizi siz yapan bütün ögelere uysun ya da uymasın, etrafınızdaki her şeye bugünden sonra sanatsal bakış açısıyla bakın.
Yıllardır önünden geçtiğiniz, ezbere bildiğiniz, “baktığınız” her şeyde sizi bile hayrete düşürecek değerler göreceksiniz…
Sağlıcakla kalın.