Mevsim bahar olunca
Güneşle uyandım bu sabah. Nasıl güzel hissettirdi bahar kendini. Hoş geldi, sefalar getirdi. İçinde yirmiye yakın ağaca ev sahipliği yapan parka bakıyor odamın penceresi. Açtım penceremi. Kuş cıvıltılarıyla doldu odam.
Dün yağmurluydu hava. Dün sabahta açmıştım penceremi. Duymamıştım hiçbir ses. Bir tek bana hissettirmemiş demek ki bahar kendini. Nasıl coşkuyla eşlik ediyorlar kuşlar bahar senfonisine. Kuşları sevgiyle dinlerken bir anda sevincim ikiye katlandı. Parktaki kiraz ağacı çiçek açmış. Dün de var mıydı o çiçekler acaba? diye sordum kendime. Çocuklar gibi şenlendirdi doğa beni. Aydınlattı günümü. Güldürdü yüzümü.
Nasıl da belli cemrenin toprağa düştüğü. Toprak ana kabartmış göğsünü gururla. Ne ekersen, onu vereceğim sana mesajını vermekte. Hemen aklıma geliyor ayet: “Onlar için ölü toprak açık bir kanıttır. Ona can verdik ve ondan taneler çıkardık; işte bundan (yaptıkları yiyeceklerden) yiyorlar.” (Yâsin, 36/33)
Hayatın hem kısacık, hem de sonsuz bir döngü olduğunu doğadan daha iyi ne anlatabilir? Dalların tomurcuklanması, ilk çiçek açmalar, yeşilin binbir tonu… Kısacık hayatımızda, sonsuz döngünün içinde kaç baharın gelişi sevindirecek bizi? Kaç bahar göreceğiz? Kaç baharın gelip geçtiğini fark etmeyeceğiz hayat dediğimiz telaşede?
Mayıs ayında doğma nedenim midir yoksa Mart ayında annelik mucizesini tatmam mıdır bilinmez, en sevdiğim mevsimdir ilkbahar. Bana hep umudu ve mucizeyi hatırlatır. Mevsim bahar olunca mucizelere açarsınız pencerenizi. Size sunduğu yeşilin binbir tonu gibi yeşerir umutlarınız.
Sebahattin Ali’nin bir sözüyle noktalamak istiyorum yazımı: “İlkbahar gibi mevsimi olan bu dünya, üzerinde yaşamaya değer… Ne olursa olsun…”
Sağlıcakla kalın…