Fırça
Babalar her olur olmaz işten dolayı çocuklarını azarlamazlarmış. O zaman azarlamanın cezalandırmanın anlamı kalmazmış. Zamanında yapılan ikaz veya cezalandırma hem yeni hataları engeller hem de cezayı değerli kılarmış. İşte bu sebeple öğretmenlik hayatımda hep babamın cezalandırmama metodunu aklıma getirerek imkanı olduğunca cezalandırmadan kendi pişmanlığı ile baş başa bırakarak yeni kusurlardan vaz geçilmesini sağladım. Meğer ne güzel bir metotmuş. Babamın sistemi, babam kadar kadirliymiş, babam kadar değerliymiş ve makubulmüş.
Babam rahmetli, bir gönül adamıydı. En bariz özelliklerinden birisi de çok okuması, hem Latin hem de Arap alfabesini iyi bilmesiydi. Muhafız alayında yazıcılık yapacak kadar iyi bilirdi. Kırılan dökülene müdahale etmez herkes hatasını kendisi anlasın fark etsin öyle karar versin isterdi. Lakin kızdığı zaman ne bir kötü söz, ne de bir hareket çıkardı ağzından. Bir bakışı yeterdi. En çok kızdığı zaman “hayvanat bahçesi” derdi. Bahçeye veya tarlaya ekinleri görmeye gittiğimizde ki en fazla benimle giderdi. Yol boyunca “ayet-el kürsi” okurdu. Açıktan okurdu ki ben de ezberleyeyim diye. İşte ilkokula başlamadan önce bu şekilde ezberledim. Tarlada bereketten nimetten bahsederken hatalı ekim yapılan yerleri de tek tek söylerdi. İleride ben tek başıma tohum ekersem bu hatalara düşmeyim diye. Hani kızım sana söylüyorum gelim sen anla” dercesine. Asla dedi-kodu etmezdi. Çünkü konuşacağı o kadar çok mevzu vardı ki… Hani okuyan adam düşünen adamdır derler ya işte öyle. Okumayan adam boş konuşur yalan konuşur dedikodu konuşur elbette. Yiğit bir adamdı. Cesur bir adamdı. Sülalenin hayat bekçisi, namus bekçisi, malının mülkünün bekçisiydi. Diğerlerini adamdan sayan olmazdı. Bu ileri görüşlülüğü sebebiyle köyde ilk traktör alandı. Bu sebeple varlıklı bir aileydik. Bu ilk traktör amcam ve dayımla ortaktı. İkicisini 1970 yılında almıştı. Irmakta veya su kanalında traktör yıkamak büyük zevkti bize. Yıkadıktan sonra kurulamak ve kontrol etmek adettendi.
Traktörümüzü yıkamak üzere tütünlükteki kanalın yanına gittik. Tarlamızın yanı. Tenha bir yer, gelen giden yok. Bizim kovalarla yıkamamız gören babam rahmetli “pazardan size bir fırça alayım da onunla yıkayın. Hem daha temiz olur hem de daha kolay yıkarsınız” demişti. Bizim traktöre olan alakamızdan kendisi de mutlu olsa da belli etmezdi. Traktör hevesiyle okumaktan vazgeçmesinler” diye böyle yapardı. “Çok fazla da özenmeyin nasıl olsa tarlaya gidecek yeniden toz toprak olacak” derdi.
Bir gün koca köprüye gittim traktör yıkamaya. “Kök” dediğimiz yerdeki eskinin sulama barajı olan bentin boyumuzu aşacak kadar dolu olan suyundan kovalarla suyu alıp döktükten sonra iş fırçalamaya gelmişti. Fırça yeni, fırça güzel, fırça değerli, fırça albenili. Babam her ne kadar bu özelliklerini söylemese de ben anlıyordum ki traktörün boyası çizilmesin diye fırçanın sertini değil yumuşağını almıştı babam. Üstün özellikte olması da onu pahalı kılıyordu. Deterjanlı suya batırdığım fırçayı traktörün kaportasına sürüyordum. Lakin fırçayı da çaldırmaktan veya suya kaçırmaktan endişe ediyordum. Yeni fırça, pahalı fırça, kıymetli fırça…
Yanıma gelenlerden de övgüler alan fırçamdan endişe ediyordum. Her gelen “Hoca fırçan da güzelmiş nereden aldın” diyorlardı. “Babam pazardan yeni almış. İlk defa yıkıyorum bu fırçayla traktörümüzü” diyordum. Eline alan, “pahalıya da benziyor” diyorlardı. Onlar öyle söyledikçe bizim fırça benim nazarımda gittikçe değerleniyordu. Bazen “ya çaldırırsam” dediğim oluyordu. Çünkü kurusun diye beklerken top oynayanlarla beraber oyuna dahil oluyordum. Birden aklıma fırça geliyor, hemen bir fırsatta kaçıp fırçaya bakıp geliyordum Takım arkadaşlarım “ne var da oraya gidip geldin koca traktörü çalmazlar” deseler de ben de biliyorum ki traktörü çalmazlar ancak ben fırçadan endişe ediyorum. Bunu da kimseye söyleyemiyordum. Hırsızın aklına düşürmüş olmaktan endişeleniyordum.
Maç bitti, traktör kurudu artık akşam olmak üzere. Zaten tozu dumana katarak köyün sığır sürüsü de tütünlükten geliyordu. Yıkadığım traktörün o toz toprak içerisinde kalmasından yeniden yıkanmamış gibi olmasından endişe ederek hemen binip çalıştırıp kaçmak istedim. Bir iki muzip arkadaşım da “biz de binelim” diyerek atladılar. Sığır sürüsü yaklaşmakta, arkadaşlarım henüz binememişler ben telaştayım. İşte aklımdan oyun oynarken dahi çıkmayan yeni alınan fırçayı unutmuşum yerden almayı. Manevra yapacağım derken fırçayı ezdik. Sapı kırıldı. Plastik saplı fırçamızın yamuk yumuk oluşu beni çok mu çok üzdü. Çünkü yanıma gelenlerin tamamı “ne kadar değerliymiş, pahalıya benziyor” gibi ifadelerle fırçayı yücelttiler gözümde. Oysa babam hiç de fırçanın değerli olduğundan bahsetmedi.
Öyle pişmanım ki, öyle üzgünüm ki sormayın gitsin. Ne yıkadığım, ne top oynadığım, ne de bir işi bir görevi yapmanın mutluğu kaldı. Her şey kursağıma dizildi. “Ya bu yumuşak fırça sebebiyle bu zamana kadar hiç fırça yemediğim babam sert bir şekilde fırçalarsa. Bu yumuşak fırçanın sebep olduğu sert fırçalama işi kafamı kurcalarken arkadaşlarıma belli etmeden o yamulan fırçayı da traktörün arkasına takarak evin yolunu tuttum. Lakin yolun yarısında değirmenin önünde durup fırçanın yamuk kırık halini babam görmesin diye taktığım yerden alıp daha görünmez bir yere ayağımın yanına uzattım. Kısa yoldan evin avlunun en köşesinde olan traktörün garajına park edip kapıyı kapatacağım ki fırçanın halini kimse görmesin. Nasıl olsa birkaç gün geçince unutulurdu. Tam garaj kapısının önüne gelmiştim ki iki katlı evimizin balkonunda oturan babam:
“Güzel yıkamışsın oğlum” dedi. Pırıl pırıl olmuş eline sağlık. (Ben fırçayı soracak diye ödüm koparak bir an önce park edip kapıyı kapatmayı kafama koymuştum. Ses vermeden, karşılık vermeden traktörü garaja koydum. Kapıyı kilitledim)Şimdilik tehlike geçmişti. Lakin o yamuk haldeki fırçayı bulunduğu yerden almayı unuttuğumu geç fark ettim. Vakit geçmişti. Hemen kalkıp alıp saklamaya da gözüm yemedi. Nasıl olsa gece traktör lazım değildi. “Sabah alırım hem babam böyle küçük şeylere kızmaz” diyerek teselli bulup yattım. Ama ne yatış rüyama o fırça girmişti. Heyecanla kalkıp “fırçam” dediğimi aynı odada yatan kardeşim de işitmişti. Elbette annem de işitmiş ve yanıma geldi. “Ne oldu fırçaya da rüyana girdi. Önemli değil, unuttuysan bile yarın birisi bulup getirir. Senden başka orada traktör yıkayan yoktu nasıl olsa”. Fırçanın akıbetini söyleyemedim elbette. Yine sabah erken kalkıp bir yere saklamayı kafama koyarak yattım tekrar. Ama ne yatış ya… Uyku girmez, hafakanlar basar oldu. Bir o yana bir bu yana dönüp dururken uymuşum. Yine rüyamda yeni fırçanın kırılışından dolayı yiyeceğim sert fırçanın hesabını yaparak kalktım. Kıymetli bir fırçanın acı fırçasını düşündükçe ürperiyordum. Sabah ben kalkıp fırçayı alıncaya kadar ev ahalisinin çoğu kalkıp ayakta dolanıyorlardı. Babam traktörü garajdan çıkarmış römorka bağlamak için o tarafa doğru gidiyordu.
-Eyvah ki ne eyvah! Geç kalmıştım. Babam durumu fark etmişti. Şimdi kahvaltı sofrasında yiyeceğim sert fırçayı hesap ederken, babam yanına çağırdı.
-Oğlum şunu takıver gel de.
-Ama kırılan yamulan fırçadan hiçbir şey bahsetmiyor sanki farkında değilmiş gibi davranıyordu. Ya yakınına varınca ”bu fırçayı neden böyle yaptın” diye fırçanın yamulan plastik sapıyla sopa yersem… “Traktörü römorka bağladıktan sonra kapının önüne getirip stop etti babam. “Belki henüz görmedi de ondan ses etmedi” diye düşünerek koyduğum yerden sessizce alıp saklayacaktım. Traktöre doğru yaklaşıp etrafında dolaşarak gördüm ki fırça yerinde değildi. Benim fırçayı aradığımı fark eden babam “boşuna arama ben onu içeri sakladım” dedi. Ya gerisi evet ya sonrası… Kös kös merdivenlerden çıkıp kahvaltı sofrasına nasıl oturacağımızın hesabını yaparken babam hiçbir şey yokmuş gibi davranıyordu. Sanki yeni fırçayı unutmuştu. Ama ya ben, yumuşak fırçadan dolayı yiyeceğim sert fırçanın hesabını yaparak beceriksizliğimin pişmanlığını yaşayarak balkona çıktım.
Konuyu ben açsam mı yoksa? Yoksa babamın affettiğini böyle küçük şeylerin olabileceğini söylemeyi düşündüğü bir anda masumiyet numaraları yapmayı düşündüm ama babam bunlara tenezzül etmeyecek kadar babacan bir adamdı. Yemeği yedim ama her an bir yumuşak fırçanın sert fırçasını yemeyi de aklımın ucundan çıkartamadım.
Yemekten sonra her zamanki gibi görev taksimi yaptı babam. Ama bana traktörü sürme görevini vermemişti. Yoksa bu bir cezalandırma mı? Aklım hep fırçada ya, hala orada durduğunu zannettim bir an. Babam binmeden bir defa daha traktörün etrafında dolaştım ama görmek nafile. Durumu fark eden babam “oğlum boşuna dolaşma telaşlanma ben onu kaldırdım yenisin alacağım” dedi. İşte dünyalar benim oldu. “Demek o kıymetli fırçadan dolayı fırça yemekten kurtuldum. Demek traktör fırçasını kırmaktan dolayı babamın fırçasını yemek yok artık. Ne güzel! Aman Allah’ım zaten fırçalama adeti olmayan babam fırçalamaktan vaz mı geçmiş, benim fırçayı kırmam affedilmiş ne güzel bir şey! Babama yakışan da buydu. Babalar her zaman her şeyi fırçalayarak cezalandırmazlarmış meğer. Fırçalanacak zaman ve fırçalama şekli farklı bir işmiş meğer.
İşte traktörün fırçası sebebiyle baba fırçası yemekten kurtulmak desem de meğer babalar ne zaman ne sebeple fırçalayacaklarını iyi bilirlermiş. Fırçalar ne kadar değerli olurlarsa olsun babaların fırçası da bir o kadar zamanlı olurmuş demek.
Babası olmayanın arkasındaki karlı dağ yok olurmuş. Babasını kaybeden baba zamanının büyük saltanatını da kaybedermiş meğer. Babaların bir köşede oturup odayı gözetlemesi, sesi çıkmasa dahi, sadece soluğu çıksa da büyük bir zenginlik ne büyük bir bahtiyarlıkmış meğer. Babalar baş tacı imiş ama o taca layık olacak evlat az imiş. Baba devletmiş. Baba başa konan talih kuşuymuş.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.