İrfan Paksoy

İrfan Paksoy

Ses bayrağımız Türkçe...

Ses bayrağımız Türkçe...

İki gün öncesi 26 Eylül idi. 26 Eylül’ün önemi ise Dil Bayramı olmasındandı. Türk Dili Tetkik Cemiyeti ya da bugünkü adıyla Türk Dil Kurumu, 26 Eylül 1932 tarihinde yaptığı I. Türk Dil Kurultayı’nda Türkçenin önemini vurgulamak için 26 Eylül gününü “Dil Bayramı” olarak ilan etmişti. Bugünkü “Ses Bayrağımız Türkçe” başlıklı makalem de Dil Bayramı münasebetiyle Eura24’teki makale köşemde yayımlanan dünkü makalemin bir anlamda devamı yahut tamamlayıcısı gibi olacaktır.

DİLİN BİREYSEL VE TOPLUMSAL KÜLTÜRLE İLİŞKİSİ…

Bir toplumun dili ne denli zenginse, o toplumun sosyo-kültürel yapısı da o denli zengindir. Kültür, bilim, felsefe ve sanat alanlarında bir kopukluk oluyorsa, bunun sebebi, büyük ölçüde dildeki kopukluk ve kısırlıktandır. Dildeki kopukluk ve kısırlık, bireyin kendi toplumunun sosyo-kültürel birikimini öğrenmesini engeller. Birey kendi kültürünü sadece anadiliyle öğrenir, ana diliyle felsefe ve bilim yapar, anadiliyle de uygarlığın ortak mirasına katkıda bulunabilir. Her birey, içinde yaşadığı toplumun şahsiyetine sahiptir. Kezâ toplumun dili ile o dili konuşan bireylerin şahsiyetleri arasında da yakın bir ilişki vardır. Çünkü kavramları dile getirdiğimiz kelimelerin de bir şahsiyeti mevcut olup bu şahsiyet, kelimelerin vücut bulduğu toplumun da şahsiyetidir.

GEÇMİŞ İLE GELECEK ARASINDA BİR KÖPRÜ…

Dilin, birlik ve beraberliğin temeli, kültürün de ana unsuru olması münasebetiyle milletimizin ortak hâfızâsını, hâtırâlarını, duygu ve düşüncelerini ve değerlerini yansıtan bir ayna olan Türkçemiz de geçmiş ile gelecek arasında bir köprüdür.

USTA ŞAİR…

Bu vesile ile güzel Türkçemizde zengin bir söz varlığına sahip usta şair Fazıl Hüsnü Dağlarca'yı günün anlam ve önemi ile örtüşen bir “Türkçe Katında Yaşamak” isimli şiiri ve bu şiirinin tahlili ile anmak pek münasip olur.

TÜRKÇE KATINDA YAŞAMAK

Seslenir seni bana “sonsuz”
Der ki çoğal,
Der ki uzun mutluluğuna
Usun iyiliğin doğruluğun,
Bir bilinmeyenden bir bilinene dek
Türkçe, var olduğumuz.

Türkçe, nice desem seni,
Onca güzelim.
Görünmek derinleşmek,
Dolmak;

Seni düşünürük düşünürüm, yarı karanlıklarda, dal,
Anlarım onca.

Bir bölü beş, bir bölü dokuz,
Bir bölü bin üç!
Ayrılık anlamların öylesine azar azar dağılır,
Ta doğudaki balık,

Duyar kokusunu
Ta batıdaki yoncanın.

Seslenir seni bana yakın uzak,
Yeryüzü mavisinden gökyüzü yeşiline,
Tutsak uluslar var ya geceler boyu

Onlar için
Yitik özgürlükler için,
Türkçe, haykırmak.

O süre yaradılış dar iken
Düz iken, yassı iken,
Daha’lar
Daha’lar

Daha’lar daha’lara karışmış,
Sınırlığın getirmiş yarınları.

Konuşamaz iken, o yusyuvarlakta,
Diyemez iken,
Artısı eksisi almış götürmüş
Toprağın bitkilerden arta kalan sağlığını

Sıcak uzun,
Bir kişiler geleceğine.
Seslenir seni bana bir duru su
İçinde masallar kazımış ilk yazıları ilk anıtlara,
yankılanır

Alandan alana, uçsuz bucaksız,
Evrenden akınlarının uğultusu.
Ama bağışla beni unutmuş;um,
Yıldızı güneşini ayını, utanmadan.

Öyle köksüz günlerim gelmiş bozkır çadırlarından
çırılçıplak,

Unutmuşum ana demesini bile,
Öykünmüştüm türküsünü ellerin,
Ağzıma bir kara düşmüş bağışla beni.

İşte and içiyorum,
Bütün ölüler adına
Bütün gençler, bütün doğacak çocuklar adına,
Varacağım deyişine gündüz gündüz,

Varacağım tanrıya dek,
Soluğumda soluğun.

Seslenir seni bana “Ova”m, “Dağ’ım,
Nere gitsem bulur beni arınmış.
Bir çağ ki akar ötelere,
Bir ak... ki yüce atalar, bir al... ki ulu oğullar,
Türkçem, benim ses bayrağım.

ŞİİR HAKKINDA…

Dağlarca’nın 1959 yılında kaleme aldığı ve pek çok dergide yayınlanan “Türkçe Katında Yaşamak” başlıklı şiiri, kendisinden sonra Türkçeyi tema edinen şairleri fazlaca etkilemiş olması bakımından çok ses getiren metinlerin başında yer alır. Türk dilinin ozanı olarak da sözü edilen Dağlarca, pek çok şiirinde olduğu gibi bu şiirinde de harâretli bir Türkçe savunucusu olduğunu gösterir.

Şiirin ilk kıtasında millî varlığı başlatan ve sonsuza kadar sürmesinin teminâtı olarak gösterilen Türkçe, “Seslenir seni bana “Ova”m, “Dağ’ım,” mısraıyla başlayan dördüncü kıtada özgürlüğün sembolü katında anılır. Millî duyarlılık, Türkçe kaygısını derinlemesine taşıyan Dağlarca’nın şiirinde temel bir hassasiyettir. Şiire adını verdiği “Türkçe Katında Yaşamak”, varoluşçu bir anlayışı ifade eder ve aslında “varlık katında yaşama”nın karşılığıdır. Zira Şair, ‘varoluş’u dilde aradığını “Dil’le Varolmak” başlıklı şiirinde “İstiklâl derken / Yok olur bağımsızlığımız bizim / Yok olur / Hürriyet derken özgürlüğümüz” dizeleriyle anlatır. Şair, kurduğu imgeler üzerinden Türkçeyi özgürlüğün ve bağımsızlığın dili olarak yüceltir. Şiirde “Tutsak uluslar”ın kurtuluşu, “yitik özgürlükler”in tekrar elde dilişi, Türkçenin “Yeryüzü mavisinden gökyüzü yeşiline” hâkim bir dil olmasına bağlı olduğu tezi savunulur.

Türkçe, “İçinde masallar uygarlıklar saklayan” millî ve tarihî bir dildir. “Eski ozanlar kazımış ilk yazıları ilk anıtlara, / Yankılanır / Alan-dan alana, uçsuz bucaksız, / Evren akınlarının uğultusu.” Şiirin yedinci bölümünde yer alan bu sözlerde bir gönderme gizlidir. Bilge Kağan (683-734)’ın, Kültigin (684-731)’in ait oldukları milletin kültürüne ve tarihine diktikleri ilk Türkçe yazılı anıtlarla ayna tutmuş olmaları kutsanır. Aydın bir vatanperver duruşu ve sorumluluk bilinciyle ecdadına karşı bir mahcubiyet duygusu içinde seslenen şairin, Türkçeye ilişkin ihmâl etiği görevden dolayı bir özür beyanı vardır. Şair, kendi şahsında yeni neslin utanmadan kendi köklerine yabancılaştığını söyler; “ana” demesini bile unutarak kendi türküsünü yabancı dillerle söyleme özentisine düşmüş olmaktan dolayı utanır. Bu utanma duygusu, şiirin dokuzuncu kıtasında “Ağzıma bir kara düşmüş bağışla beni” sözleriyle dile getirilirken, bundan sonra Türkçenin sahiplenileceği yolunda sağlam ve kararlı bir duruşa işaret edilir.

Şairin şiirde sergilediği bu yaklaşım, millî anlayış ve aydın duyarlılığı temelinde erişilen bir farkındalıktır ve aynı zamanda dil bilinci ekseninde gelişen açık bir öz eleştiridir. Zira ‘dil’, her şeyden önce fertlerin üstünde millî bir varlık ve ortak bir mirastır; milletin tarih boyunca sahip olduğu ortak duygu ve düşünce hazinesini oluşturur. Bu nedenle milletler kendi varlığını ancak dilleriyle sürdürebilirler. Zirâ geçmişte oluşturduğu kültür, sanat ve medeniyetin somut izleri dilinde saklıdır. Buna göre toplumlar dillerini koruyup kullandıkları ölçüde bu tarihî miraslarından yararlanmaları mümkündür. Şiirde öznenin ulaştığı görülen bu bilinç, “Unutmuşum ana demesini bile,” mısraıyla başlayan sekizinci ve “İşte and içiyorum,” mısraıyla başlayan dokuzuncu kıtalarda da görüldüğü üzere Türkçeyi bilmemek/öğrenmemek gibi hatada tekerrürü bir utanç sebebi sayar.

Şairin, şiirin “Seslenir seni bana “Ova”m, “Dağ’ım,” mısraıyla başlayan onuncu (ve son) kıtasında da görüldüğü üzere Türkçeyi “Bütün ölüler adına, / Bütün gençler, bütün doğacak çocuklar adına” “Tanrı’ya dek” yükseltmeye and içmesi, diline karşı beslediği katıksız bir sevginin ve tereddütsüz bir inancın göstergesidir.

Şair, geçmişte yaşanan dil bilinçsizliğinin, toplumun kültürel mirasının korunması ve gelecek kuşaklara aktarılmasında büyük bir engel oluşturduğunu; Türkçenin yabancı etkilerden arındırılarak öz kimliğine kavuşturulması için millî bir sorumluluk bilinci ve Türkçe sevgisiyle söz konusu engelin aşılacağını sezdirmektedir. Şiirin son kıtasının son mısraındaki “Türkçem, benim ses bayrağım.” ifadesiyle de Türkçe, sonsuza dek taşınacak kutsal bir değer olarak anılır.

“Seslenir seni bana “ova”m, “dağ”ım, / Nere gitsem bulur beni arınmış / Bir çağ ki akar ötelere, / Bir ak… ki yüce atalar, bir al… ki ulu oğullar, / Türkçem, benim ses bayrağım.” Şiirde geçen “ses bayrağı”, dilin, millet açısından bağımsızlığın ve özgürlüğün sembolü olan “bayrak” ile aynı seviyede duygu ve fikir değeri yüksek bir gösterge olarak yer alır.

SONUÇ…

Makalemize son verirken son sözleri dirâyetli kurucu liderimiz Mustafa Kemâl Atatürk’ün konuya ilişkin mânidar sözlerine bırakalım:

“Türk milletinin dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk, dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır… Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği sayısız felâketler içinde ahlâkının, geleneklerinin, hâtırâlarının, çıkarlarının, kısaca bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sâyesinde korunduğunu görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.”

KAYNAKLAR:

Aktaş, Ayşe, “Atatürk ve Harf Devrimi”, DergiPark Akademik, Yıl 1999, Sayı: 33, https://dergipark.org.tr/tr/ download/article-file/687259, Erişim Tarihi: 27.09.2023.

Dağlarca, Fazıl Hüsnü; Bütün Şiirleri, C. I, Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2010.

Erol, Kemal; “Dil-Millet İlişkisi Bağlamında Türkçeyi Bilgiden Bilince Konu Edinen Şiirler”, Türkbilig, 2018/36.

Gündoğan, Ali Osman; “Bilim Dili Olarak Türkçe”, DergiPark Akademik, Yıl 1977, Cilt: 4 Sayı: 8, https://dergipark.org.tr/tr/download/ article-file/33199, Erişim Tarihi: 27.09.2023.

Kocatürk, Utkan; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Semih Ofset, Ankara 1999.ü

Korkmaz, Zeynep; “Milli Mücadele ve Sonrasında Türklük Şuuru”, DergiPark Akademik, Yıl 1987, Cilt: 4, Sayı: 10, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1171663, Erişim Tarihi: 27.09.2023.

Paksoy, İrfan; Türkistan'dan Balkanlara, (Basılmamış Eser).

Sayılı, Aydın; Bilim, Kültür ve Öğretim. Dili Olarak Türkçe, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1978.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İrfan Paksoy Arşivi