Taşralı olmak
Taşra neresidir? Nereden sonrası taşradır? Neye göre taşra? Kime göre taşra? Bu sorular herkese göre farklı manalar ifade eder. Taşra, İstanbul’a göre neresidir? Nereye kadar taşara demek mümkündür? Yahut İstanbul’a göre Ankara taşar mıdır? Merkezde olmamak, merkeze uzak olmak manalarında kullanılır. Taşra nasıl merkeze uzak anlamında ise taşralı da merkezden uzakta, medeniyetten uzak, görgüden mahrum, bilim ve muaşerete bigane, eğitimsiz, gibi anlamlara da gelmek üzere kullanılır. Buna küçük şehirlerdeki “köylü-şehirli” çekişmesinin bir başka versiyonu da demek mümkündür. Ayağı çamurlu, elbisesi köy kokan bu adamların yetiştirdiği “köy yumurtası, köy yoğurdu, köy ekmeği…” gibi buraya has tabii yiyecekleri elinden alıp, ayağı çamurlu bu adamı kapı dışında tutmak da şehirlinin bir başka vasfını ortaya koymaktadır. Taşralı da buna benzer. Merkezdeki taşralıyı hafife alır, değer vermez hatta kendisini geçmesini hiç hazmedemez. Taşralıların bu özellikleri nereye kadar devam eder nerede biter? Taşralı olmamak nereden başlar bilen var mı? Taşralı olmanın belirtileri nelerdir? Merkeze yaklaştıkça taşralı olma özelliği azalır mı?
Taşralı siyasetçi, taşralı akademisyen, taşralı şair, taşralı idareci gibi kullanımı olan bu kelime birilerine diğerlerinin farkını ortaya koymak üzere kullanılmıştır. Bunlardan üçü hakkında birkaç söz söylemek gerekir. Taşrada akademisyen olmak hakkında daha önce bir makale yazmıştım. Taşralı siyasetçi hakkında da pek çok rivayet vardır. Taşralı şair için de ilginç tespitlerde bulunacağım.
TAŞRALI SİYASETÇİ
Taşralı siyasetçi: Merkezdeki, genel merkezdekilerin kendilerini her şeyin hakimi görüp taşradaki temsilcilerini hakir görmesi, onlara değer vermemesi anlamlarına gelir. Bazen kurnaz olmak anlamında da kullanılır. Yakınlarda bir STK başkanı arkadaşım Ankara’ya gitmiş. Bazı tanıdıklarıyla sohbette kendisine “siz de tam bir taşra siyasetçisine dönüşmüşsünüz” derler. Buna üzülür. Kendilerini “her şeyin en iyi bileni dışarıdan geleni de cahil, kurnaz, yaptığı şeytanlığı başkalarına yutturan” olarak algılanmaktan üzülür ve çok geçmeden kalkar. Bir öğrencim de hem partide il başkanlığı yapmış, hem de adaylığı yaşamış birisi. “Hocam il başkanıyken Ankara’dan gelen genel başkan yardımcısı, genel sekreter, daire başkanı, danışman” gibi sıfatı olan insanları gözümüzde büyüterek onların karşısında mahcup olmamak için günler öncesinden hazırlık yapardık. Ankara’ya geleli bu adamaların ne kadar küçük değersiz ve normal bile olamayan insanlar olduklarını anladım” diyor. İşte merkezdekilerin taşradakilere yutturdukları” siz küçüksünüz biz büyüğüz ve siz bize hizmet etmek üzere buraya getirildiniz” manasının ne kadar yersiz olduğunu anlamış. Ankara’dakilerin bürokraside, iş çevrelerinde, devlette tanıdıkları çok ya taşralı zavallının da işi düşecek ya işte bunu silah olarak kullanıp cüce şahsiyetini yüce gösterme gayretleri…
1980 öncesinde Yavuz Donat köşesinde yazmıştı. Tipik bir taşralı siyasetçi profili. Şimdi Atatürk baraj gölünün altında kalan Adıyaman ilimizin Gerger ilçesinde CHP ilçe başkanı olan arkadaş Ankara’ya telefon edip konuşmaktadır. “Aloo ben Gargar CHP genel başkanı” diye başlar söze. Doğrudur da. Çünkü Gerger bir bölgeyse o bölgede genel başkan olan o şahıs var. Bütün Türkiye’yi değil o kendi ilçesinin genel başkanı olmakla övünmektedir. Bu biraz da taşrada hüküm yürütmek için genel merkez nezdinde olmayan kredisinin çok yüksek olduğu yalanıyla insanları kandırmak demektir.
TAŞRADA AKADEMİSYEN OLMAK
Taşrada akademisyen olmak: Bilim adamı gerçek bir bilgi dolu adam, allame ise bu doluluk onu olgunlaştırır. İçi dolu başaklar misali o, hep mütevazi, hem makul bir insandır. Başı önünde gururlanmadan yürür. Ancak “bizim adam, bizim cemaatin adamı, bizim tanış-biliş” kontenjanlarından akademisyen olunca o unvanın ağırlığı taşıyamayan “boş adam içi boş başaklar gibi kafası yukarıda kibir, böbürlenme, büyüklenme” gibi insani kusur olan sıfatlarla dolu olarak etrafa bakar. Oysa haklı olarak o unvanı alsa bile merkezde büyük şehirlerde onun ayarın yüzlerce binlerce akademisyen vardır. Hiç kimse de özel bir yakınlığı yoksa tanımaz. O akademisyen de küçük dağları ben yarattım” misali kibirli gururlu ve böbürlenen bir tavır sergilemez. Gerçi bu gün gerek bilim sınavından gerek İngilizce sınavından hakiki manada bir imtihan yapılsa ekseriyetinin döküleceğine inanırım. Yakında bir Profesör ile yurt dışına gittik. Onu da benimle beraber davet etmişler. İngilizce profesör olan arkadaşın boş olduğu ikili konuşmalarınızda hemen fark edilmektedir. Gerek telaffuz gerek cümle kurumu, gerek akıcılık tamamen boştu. Gittiğimiz yerde de alay ettiler. Vermekte olduğu dersten aldılar benim konuşmamı dinlemeye getirdiler. İşte bir akademisyen hangi kontenjandan olduysa olmuş. Üstelik hızlı mezunu bu arkadaş.
TAŞRADA ŞAİR OLMAK
Taşrada şair olmak: Taşralı şair olmak… Taşrada birkaç kelime güzel söz işitenlerin o sözü söyleyende bu vasıf var mı yok mu demeden kabullendikleri “ne de güzel söylüyor” beğenisi ile yaftaladıkları şair…Bu şiir gerçekten bu insanın mı, yoksa çalıntı mı veya bu sözleri bu adamın söyleme kültürü var mı? Hiç düşünmeden kabulleniş… Bir zamanlar kitaplarımdan birisine sponsor olan sendikacı kardeşime ”başkan bir de önsöz yazar mısın” dedim. ”Elbette hocam ancak siz yazınız ben okurum tamam” dedi. Yazıyı yazdım kendisine takdim ettim. Okudu okudukça yutkundu. Başkan beğenmediniz mi dedim. Hocam bu yazıyı benim yazamayacağımı okuyan herkes bilir. Bunu benim seviyemde yazar mısın yoksa bunu bilirler ve bana gülerler” demişti.
Bir arkadaş da “bir şair kendi yazdığı şiiri çocuğu yazmış gibi gösterip aile boyu etkinliklere şiir programlarına davet ettiriyor” demişti. O zaman olmayacak bir yanlış olarak düşündüm. Taşralı STK cılığın hazin sonu olarak görmüştüm. Çünkü ufak bir gezi için buna tenezzül edilmeyeceğini düşünürdüm. Veya iç çekişmenin geldiği nokta olarak düşünmüştüm. Söyleyenin haklı olduğunu başka başka yerlerden de işitince demek taşra şairliği böyle oluyormuş” demiştim.
Bir defa da sosyal medyada arkadaşım olan bir şairin başlattığı “şiirimi çaldın” tartışması vardı. Kimi” ahlaksız herif şiirimi çaldı” diyordu. Bir başkası “utanmaz adam benim de iki şiirimi çaldı” demekteydi. Bir diğeri “sıkılmaz adam çaldığı şiirlerimle iki kitap çıkardı” demekteydi. Bir hafta hiçbir yorum yapmadan bekledim. Sonra şunları yazdım. Hiç kimse de yazdıklarından hakaretlerinden pişman olmamış gibi ses çıkarmadılar. Hani Mevlana’nın yazdığı şiirlere benzeyen şiirlerin şairi, Şeyh Galib var ya işte o Şeyh Galib’e sorarlar: “Üstad senin yazdığın şiirler de sanki Mevlana’dan çalma gibi” derler. Şeyh Galip de “çaldıysam mir’in malını çaldım” demişti. Yani basit bir şairin değil bir büyük adamın şiirini çaldım” demek istemiş. Bu taşra şairlerine bunu yazdım. Hiç kimse “ne haddimize Mevlana olmak, ne haddine onun bir Şeyh Galip olması” demediler. Sanki Mevlana tarzında ve vasfında şairlermiş gibi haftalarca küfür ettiler o şahsa. Ben o şahısla beraber bu adamalara da ibretle baktım ”bunlar da kendisini şairden sayıyor” dedim. Demek bunca kızılca kıyamet boşuna değilmiş. Elbette Mehmet Akif, Yahya Kemal, Süleyman Nazif, Necip Fazıl, Dilaver Cebeci, Yavuz Bülent. . gibi şairler az gelir zor gelir bir gelir. Taşrada yapılan “şiir şöleni” programlarını belediyeler bir incelesinler. Altından neler çıkacak. Belediye kesesinden birbirini ağırlayan insanlar. Netice nedir “kocaman bir hiç…”
Taşralı olmak da güzel. Büyük şehrin sahteliklerinden uzak, olanca doğallığı ile yaşamak… Bir farklılık olarak görüyorum. Bir üstünlük gibi görüyorum. Zaten taşraya kaçışlar devam ediyor. Yazlık, hobi bahçesi, köy evi, bahçe… gibi bahanelerle taşraya kaçış taşranın güzelliklerine sığınıştır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.