ÖZBEKİSTAN’DA “ÖTKEN KÜNLER”
Özbekistan’da yeni yönetimle beraber başlayan dışa açılım ve kardeş ülkelerle daha sıkı ilişkiler dönemi hayırlara vesile olur inşallah.İşte bu vesile ile tam yirmi bir yıl sonra gittiğim Andican şehrinde çok güzel bir mihmançılık ile karşılaştım.Konunun derinliklerine girmeden birkaç cümle ile Andican’dan bahsetmek isterim.
Bir rivayete göre Kokan Hanı’nın sayfiye yeri olan Andican ,mümbit toprakları ve leziz meyveleri ile anılırmış.Üzümü şeftalisi ,kavun ve karpuzunun tadı dillere destan imiş.Han, en sevdiği hanımın burada bırakıp Çinlilerle savaşa gitmiş.Giderken de “anda canım kaldı” diyerek hanımın emanet etmiş.Bu söz zamanla söylenerek “Andican “şeklini almış.İşte bir halk rivayeti bu.Daha ilmi verilere dayanan başka bir rivayeti var ama şimdilik bu yeterli.Tarihteki en eski en meşhur Andicanlı, Abbasi ordularının komutanı Afşin Bey’dir. Malum dur ki Abbasi ordularının komutanları Türk’tü. O zaman Buhara ve Semerkant’tan gelenlere,”Buharalı, Semerkantlı” denilirken Fergana, Andican ve Namangan’dan yani Fergana Vadisinden gelenlere “Türk” denilirmiş.Diğer Babürşah,Nadire, Çoplan gibi büyükleri zaten biliyoruz.
İşte bu güzel şehirde doksanlı yıllarda yaşamış olmaktan guru duymakta olduğumuzu, oradaki dostlarla da ayrıca iftihar ediyoruz. Çünkü hakiki manada bir dostluk gösterisi sundular bize. Andican’a Devlet Üniversitesi’nin daveti üzerine gittim. Üç ayrı guruba ders verdim.”Kültürümüzde ortak noktalar”ı anlattım. Nadire’den Süleyman Çelebi’den, Çolpan’dan Bahtiyar Vahabzade’den Mehmet Akif’ten bahsettim. Ortak alfabenin lüzumundan bahsederken, Çağatay Gurungu, Gardaş Kömeği ve Sırat-ül Müstakim’den söz ettik. Mahlarayım Nadire Begüm ile ondan dört yüzyıl önce yaşamış Süleyman Çelebi’nin “Merhaba” isimli şiirlerinden ve benzerliklerinden ortak noktalar bulmaya çalıştık. Çolpan’ın Sakarya “şirinden Bahtiyar Vahabzade’nin ”İki devlet bir millet” şiirinden konu açtık.Elbette “vatanını sevmek imandandır-İslam Kerimoz” veciz sözünden yola çıkarak bunun bir hadis olduğunu ancak vatanın eskisi gibi “vatanım Sovyet,milletim SSR” dememek gerektiğinden bahsettik.Bir zamanlar bizdeki”vatanım ru-i zemin,milletim nev-i beşer”diyen ahmaklardan söz ettik.Özbekistan’a sahip çıkmanın vatan olarak kabul etmenin hizmet etmenin lüzumundan söz ettik. Çok güzel intibalar aldık elbette.Bizde çok değerli izlenimlerle döndük. Rektör beyin misafirperverliğine söz yoktu. Dekan dostum eskimeyen dost Prof.Dr.Bahadır Rahman ve daha sonra meleke aşırışta Taşkent’te bulduğum şirin sözlü şair dostum Prof.Dr.Halim Kerim ile hem eskileri yirmi iki yıl evvelki hatıraları yad ettik hem de bu güne ve yarına dair sözler ettik. Bayram yoktu.Çünkü bayramlıklar da yoktu. Ama güzel sözler bayrama dair latifler havada uçuştu.Görmeyenin bayramı gözlerinin açıldığı,gördüğü zaman,sağırın bayramı iştmeye başaladığı vakit.Açlıktan perişan olanın bayramı karnı doyduğu zaman,hastanın bayramı sağlığına kavuştuğu zaman,çocuksuzun bayramı çocuğu dünyaya geldiği zaman,acı çekenin bayramı acıların geçip huzur bulduğu zaman,gurbettekinin bayramı memlekete kavuştuğuzaman imiş ya şükür biz şakalarıyla işi geçiştirdik. Sanki bıraktığımız yerden hiç unutulmamışçasına, hiç eskimemişçesine bir kaynaşma ile hem evlerinde hem de şehir içinde misafirleri olduk. On gün boyunca sabah akşam bir tek lira yemek parası vermeden geçti. Hayatımda ilk defa günü saatlere bölüp yetişemediğim buluşmalar oldu. Ama dopdolu bir yeniden kucaklaşma yeniden kaldığımız yerden devam etme imkanı bulduk. İnşallah bundan sonra daha başka bir anlayışla bu gidiş-gelişler devam edecektir elbette.
Hem Devlet Üniversitesi’nde hem o zamanki adı ile, ”Harici Diller Enstitüsü“ olan bu gün fakülte konumunda olan İNYAZ’a gittim. Daha önce beraber çalıştığımız şimdi dekan olan değerli kardeşim Sayın Mamatkulov ile sohbet ettik. Dersliğimizi ziyaret ettik. İnsanlar değişse de,makamlarda oturanlar değişse de değişmeyen Özbek kardeşliği yerli yerinde duruyordu.
İlk gidişimizde Sovyetlerin dağılmasından sonra kafesten kaçan kuş misali dışarıya çıkanların sebebini öğrendik. Kalanların ahvalinden haberdar olduk. O ilk münasebetimiz bir özlem ve yıllarca ayrı kalışın buruk kucaklaşmasıydı. Bu gidişimizde ise yirmi bir yıllık, çeyrek asra bedel olan ayrılığın sonunda ne kadar ilerleme olmuş, ne kadar değişim olmuş bunları görmek, yeniliklere şahit olmak istiyordum. Öyle ya artık yirmi bir yıllık eskiye ait bilgiye sahiptik.
Başta Taşkent’ten başlamak isterim. Doksanlı yıllarda başlanan hava alanı yenileme çalışmaları Taşkent’e yakışır hale getirilmiş ve güzel bir uluslararası havaalanı olmuş. Sovyet döneminden kalan karayolu ile demir yolu Taşkent-Andican arasındaki ulaşımı sağlardı. İkisi de Tacikistan’dan Almalık ve Kanlıbadem şehirlerinden geçerdi. Her ikisinden de yolculuk etmiştim. Otobüsler durdurulur, saatlerce Tacik polisinin inceleme adı altında bezdirip rüşvet alma operasyonu yapılırdı. Yolculardan bir aksakal varsa o rica eder ”balam yeter artık” der ve yola revan olurduk. Tren ile yolculuk daha rahattı. Çünkü treni durduramazlar ancak taşlarlardı. İşte bir tren taşlama olayından sonra İslam Kerimov, ”Artık hem demiryolunu hem de karayolunu Pirvali dağlarından kendi sınırlarımızın içerisinden yapacağız” demişti. Her ikisi de hizmete açılmış gördüm. Demir yolu ile yolculuk hem rahat hem de otobüs ve taksi ile aynı zamana denk gelirken fiyat olarak da aynı sayılır.Çok değerli bir hizmet olmuş. Emeği geçenlere teşekkürler. Bu güzel hizmetleri anlatırken bir de sevmediğim şikayetçi olduğum, yakıştıramadığım görüntüden bahsedeceğim. Biz Türkiye’de olmayan kaldırım kenarlarındaki çınar ağaçlarının gölgesinde belki on belki yirmi kilometre başınıza güneş değmeden gölgede gidebileceğiniz bir ağaçlı yollardan iftiharla söz ederdik. Artık o ağaçlar, asırlık çınar ağaçları yok. Kesilmiş,yok edilmiş. Her taraf yeşilden mahrum güneşin altında yanmaktadır. Taşkent’te Emir Temur bağında da durum aynı. Çınarlar kesilmiş,yerine çam dikmişler. Ancak atmış yıllık ağaçları ”67 depreminden sonra Ruslar dikmişti” bahanesiyle kes yeniden çam dik, bu pek akıllı adam işi değil gibi geldi. Aynı şekilde Azerbaycan’a da dört yıl aradan sonra gitmiştim. Baku’de de Hazar-Kesbi denizinin hemen kenarındaki sahile, bir AVM alış-veriş merkezi yapmışlardı. Azerbaycan Türkü dostlara demiştim ki ”bu alış veriş merkezini sayın Aliyev’in sarayının bahçesine yapsanız bu kadar çirkin görünmezdi”. İşte çınar ağacı katliamı da yakışmamış. Yanlış olmuş. Şehri en büyük zenginliğinden mahrum bırakmışsınız. Belki Baku’deki AVM’ nin yıkılıp temizlenmesi imkanı var ama kesilen çınarların hem yenisi yerlerine dikilmemiş hem de dikilse dahi altmış yıl geçmesi gerekecek. Biz sizin bu güzelliklerinize özenip çalışmalar yaparken siz maalesef mobilya fabrikalarına hammadde yetiştirerek kapitalist azgınlığın pençesine düşmüşsünüz(!)
Taşkent gezisini ve intibalarımızı sonraya bırakarak, Can Andican ile devam edelim. Bize mihmandarlık eden Harici Diller Üniversitesi’nden öğrencim Süreyya hanım ile arkadaşı Gülçehre hanıma teşekkürler ediyorum. Devlet üniversitesinden öğrencim ”kızım” dediğim şimdi doktorasını yapmış bir bilim kadını olan Zülale hanım ile karşılaştık. Ne güzel bir tevafuktu.”Siz bana kızım derdiniz” diyor. Aynı duygularla konuşmamız boyunca hep tasdik ederek onay veren Zülale’ye de hem tebrik hem de takdirlerimi sunuyorum.Ne güzel bir eser ne hoş bir sada bırakmışsız demek.
Kaldığım otelde genellikle turistler var. Gezmeye gelenler değil.İş adamı olanlar var.Çoğunluk Çinli işadamı. Sonra Türk, Hint, Koreli,Rus ve Kazakistanlı işadamları sıraya çoğunluğu teşkil etmekteydiler. Bu da gösteriyor ki Özbekistan bir çekim merkezidir. Geleceğin parlayan yıldızıdır.Daha önce de parlardı bu yıldız lakin bir ara bulutların arasına girip zaman kaybetti. Şimdi tekraren Orta Asya’nın kutup yıldızı olmaya doğru hareket etmektedir. Asansörde karşılaştığım resepsiyona kadar konuşmamızın devam ettiği bir insana benzer varlık de konuştuk.Çantasında THY bagaj kartı vardı.Resepsiyonda da Türk pasaportu ile işlem yaptırdı.Türk müsün” dedim.”Türkiye’den geldim Bitlisliyim” dedi.Hem “Türküm” diyemeyeceksin hem de Türk pasaportuyla gezecek imkanlarından faydalanacaksın.Utanmazlığın, hainliğin son raddesi olsa gerek. Çin de “İpekyolu” demiryolu inşasına başlayacağız sözleriyle buralar iyice hareketlenmiş gözüküyor. Değerli rehberleri bu işin öncüleridir. Türkiye’de eğitim görmüş,batı sistemini görmüş, kuvvetli bir vatansever, coşkulu bir kardeş (Türk dostu demek istemiyorum)Taşkent vilayet hakimi İbrahim Bey güzel bir örnektir. Muhatabı Türklerle hep Türkçe konuşmaktadır.Garbı da gördüğü için Özbekistan için bir şanstır kendisi. Andican Devlet Üniversitesi Rektörünü de aynı heyecan ve aynı coşku içerisinde gördüm. İnşallah gayretleri tamama erer. Çalışmalarının meyvelerini alırlar. Bir önceki rektör fizik alimi akademik sayın Siraceddin Bey’e de teşekkürler. Bir komisyon tarafından yazılan ve mevcudu iki tane kalan bir kitabını bize imzaladı. Biz de bir fizikçiye vermeyi arzu ediyoruz. Çünkü eser kıymetli ve bulunmaz bir değerdedir. Faydalanmak isteyene vereceğim. Biyoloji fakültesi dekanı Prof.Dr. Nadir bey de dostluğu ve muhabbeti ile yadımızda kalan güzel insanlardan birisi. Lakin başladığı işi de yarım bırakmayacağı kanaatindeyim. Ayrıca daha önce çalıştığım üniversite binasından daha bakımlı daha tertipli ve daha iç açıcı bir kurum ile karşılaştım. Rektöründen asistanına hatta bekçisine kadar herkese emeği geçen herkese teşekkürler.
Andican buluşmamıza elbette “gönül ne çay ister ne çayhane; gönül sohbet ister çay bahane “kelam-ı kibarı ile başladık. Andicanlı güzel terennümlü şair, Ferid Usman Bey’in “Andican Müseddesi” şiiriyle devam ettik. Andican’ı Ferid ake maktarken (överken methedereken) Erkin Vahidov Bey’in “Gazını,neftini eller yiyip mahzun melil bakan Özbeğim” şiiriyle devam ettik. Özbekistan eğitim sisteminde gözle görülen en önce fark edilen yenilik öğrencilerin siyah pantolon-beyaz gömlek ve siyah ceket (erkekler),kızlar ise siyah etek, beyaz bluz ile adeta üniforma ile tezyin edilmesidir.Öğretmenlerin de aynen kız ve erkek öğrencilerin kıyafeti gibi giyinmekte olmaları dikkat çekicidir. Bu ilkokuldan üniversiteye kadar böyle. Milli giyimlerden vaz geçilmesi pek hoşuma gitmedi. Özellikle üniversitede milli giyimlerin olması unutulmaması gerekirdi diye düşündüm. Bir zaman Türk lisesindeki giyim öğretmenleri liseli kızlara pantolon diktirmişlerdi de o pantolonu giyip eve gitmeleri tavsiye edilmişti. Giyenlerin tamamı üç yüz metre ilerideki yeni pazarın önünden dönüp tekrar eski kendi elbiselerini giyerek eve gitmek mecburiyetinde kalmışlardı. Şimdi diz üstü etekler revaçta. Bu öğrencilerimizden fakülte okuyanlar öğretmen olmuşlar. Genellikle kızlar da erkekler de iyi işlerde çalışmaktadırlar. Bu da elbette sevindiricidir. Aynı mesleği yapmasalar da iyi işlerde iyi maaşla çalışmaktadırlar. Taşkent’te Türk firmalarında çalışanların 1500 dolar gibi güzelden de müthiş bir ücretle çalışanlarını dinlerken iftihar duyduk.
Geldiğimizi işitip Taşkent’ten kaldığımız otele defalarca telefon eden öğrenciler ile Semerkant’ta çalışanların bir plan yaptıklarını saat kaçta uçak veya trene bineceğimi soranların hepsine sonsuz teşekkürler. Otuz yıl sonar gittiğim Şanlıurfa’nın Birecik ilçesindeki dostların kadirşinaslığı ile mest olmuştuk. Andican da aşağı değilmiş meğer.Ayrı devletlerin mensubu da olsak, bir millet oluşumuzun güzel örneklerinden bir başkası ile huzur bulduk. Bu arada kaldığımız otelin lobisinde asansörün hemen karşısındaki koltukta oturan zayıf naif tertemiz bir genç kız görüyordum. Başı romal ile bağlanmış kucağındaki ajandaya bakmaktaydı. Ben de dikkat etmedim. Çünkü beni ilgilendirmiyordu. O da mahcup ve utangaç bir tavırla oturuyordu. Etrafa göz gezdirmiyordu. Özbek telefonuma kontör yükletmek için otelin karşısındaki duraktaki dükkana gittim. Dışarıya çıkıp beni bekleyen arkadaşın aracına binerken konuştuk. Sesimden beni tanıyan arkamdan” siz Sefer Bey değil misiniz” diye koşan kızın öğrencim Malika olduğunu, beni sesimden tanıdığını öğrenince ne kadar sevindim bilemezsiniz. Malika zaten mahcup bir öğrenciydi. Terbiyeli, ailece harika insanlardı. Ağabeyi de erkeler gurubunda öğrenciyken ablası Zarife Hanım da Gazi Üniversitesinde eğitim gören edep numunesi kız idi.Anneleri Fransız dilinde öğretmen olan bu mahcup kız Çinli işadamlarına tercümanlık yapmış bir hafta benimle aynı otelde kalanları her gün o asansörün önündeki koltukta beklemiş tanışamamışız da sesimden bilmiş.Ne güzel değil mi?
Abdullah Kadiri’nin “Ötken Künler”hikayesini okudum.Kitap hala mevcuttur.Bizim ötken günler pek muhteşem imiş meğer.Harici Diller Üniversitesi’nden öğrencilerim,elbette Süreyya Hanım’ın organizesinde şehrin en güzel yerinde Bağ-ı Şamal’da bir toplantı tertip etmişler.Tam kadro gelmişler. Üç erkek öğrencimizin Özbekistan dışında çalıştıklarını biliyordum. Çapan-kaftan giydirmekle başlanan toplantıda mezun oldukları samimiyet ve neşe ile karşılaştık. Çoğunun üç ile beş arasında çocuğu olmuş.”Beni geçmişsiniz, siz bu konuda hocanızı örnek almayın” dedim güldüler. Kimini kızının toyuna katıldık kiminin oğlunun sünnet düğününe… Hacı karşılamasından taziye ziyaretine koşturmaktan şehri gezip göremedim şöyle bir. Mezun oldukları günlerde ”yirmi yıl sonra gelecek olsam ben atmış siz kırklı yaşlarda olacaksınız bu günkü gibi yine kızım olacaksınız” demişim. Demek Allah söyletmiş. Kimi kaynana olmuş, kimi kaynata ama hala benim balalarım olarak kucaklaştık. Kendi şehrimde başka başka mülahazalarla karşılaşırken Andican tek kelime ile Can Andican oluşuna bir defa daha şahit olduk. Bu arada liseli kızlar Mahigül, Lale (Lola diyorlar ben de derste ona “dilini eşek arısı soksun Lale” desene demişim) ve Gülşen’in organizesinde “Özbeçka”(Özbek kızı demek) denilen yerde bir toplantı tertip etmişlerdi. Ayrıca yine liseli erkekler de bir çayhane denilen yerde Özbek aşı yaptırmışlardı. Ayrıca “Tedbirkar (iş kadını)ayaller birliğinin başkanı olan emrinde 70 kadının çalıştığı öğrencim Nergize de Üniversitenin sosyal medya hesabından “Türkiye’den gelen hoca”diye benim geldiğimi konuşma yaptığımı öğrenince facebook hesabımdan bulup yarım saat içerisinde bize ulaşması da unutamayacağım bir güzel davranıştı. Arkadaşıyla beraber misafirperverlikleri de ayrıca hafızamızdan hiç çıkmamacasına yer etti. Kendisine teşekkürler.
Andican şehrinde ancak taksi ile geçerken karşılaştığım, gördüklerime gelince. Piyade olarak gitme görme fırsatım olmadığından ancak taksiyle olandan bahsetmek isterim. Bir defa şehre ilk giriş yaptığınız yer olan tren istasyonu ile otobüs terminali yeniden yapılmış, güzel yapılmış modern bir hizmet yeri olmuş. Tren istasyonundaki tahtadan üst geçit yıkılmış çağdaş bir kapalı geçit yapılmış. Hep güzel örnekler. Lakin daha evvel bahsettiğim gibi yol kenarlarındaki çınar ağaçlarını kesmişler. Yol ile apartman arasındaki boşluk genellikle giriş katındaki yaşayan tarafından sahiplenilir yeşillik yapılır veya garaj depo gibi kullanılırdı. Buraları dükkan yapımı için satılmış.Yani orada da yeşil alan kalmamış. Kaldırımların hemen devamı dükkan olmuş. Hele benim yaşadığım birinci mikro rayondaki son durak tamamen dükkanla doldurulmuş iğrenç bir kalabalık olmuş. Şunu da ifade edeyim ki bütün apartmanlar dış cebhe kaplaması yapılmış. Taşkent’te üç yıl evvel beyaz renkte kaplama yapılırken bir sene sonra sarı renkte, bu yıl da lacivert renk tercih edilmiş. Andican’da ise tamamen sarı renkte giydirme yapılmış. Eskiden nefes alacak yer olarak bırakılan,apartmanlar arasındaki boşluklara yeni apartmanlar dikilmektedir. Eski tek katlı evler yıkılmış yeni apartmanlar yapılmış. Bu apartmanlar en fazla beş katlı olarak yapılmış. Yıkılan ev sahiplerine yeni evleri banka kredisi ile satılmış. Dolar üzerinden hemen hemen çoğu yeni ev sahibi olurken dolarla da borçlanmışlar. Bu yüzden kimi Rusya, kimi Türkiye,kimi Güney Kore,Dubai Almanya,İsveç gibi ülkelere çalışamaya gitmek mecburiyetinde kalmışlar.
Malumdur ki dışarıdan gelenlerle ilk olarak başkenttekiler muhatap olurlar. Andican şehri Kırgızistan sınırında, başkentten altı saat uzakta bir güzel şehir.Tertemiz Türk nüfusu yaşar.Burası ile alaka kurmak burasının ne güzel bir yer olduğunu anlatmak bir kardeşlik vazifesi olarak görüyorum.Burasının memleketimizden giden gerçek işadamlarının üniversitelerin ilgi alanı haline gelmesini arzuluyorum.Bu konuda da çalışmalarımız olacaktır elbette.
Andican’daki eski şehir bölgesinde bizdeki gibi hanımların kendi el emeği göz nuru işlerini sattıkları dükkanlar yapılmış ve gayet güzel çalışmaktadır. Mescitlerin tamiri imarı da bütün hızıyla ve eskiye sadık kalınarak yapılmaktadır. Hanefilerin mescidi denilen mescit tamir edilmiş ancak arka tarafı aslına uygun olmadığından yeniden restore edilmekteydi. Oysa girişi ön tarafı gayet güzel yapılmış. Eski Pazar güzel bir çalışma ile modernize edilmiş.Lakin yeni Pazar hala çalışmalar devam ettiği için kapalıydı.Etraftaki esnaftan aldık alacaklarımız.
Devlet Üniversitesinde “Andican yaşları”isimli gazeteye de bir mülakatımız oldu. Dildarehan hem kitabından verdi, hem de bu mülakatta emeği var. Kendisine de her iki gayretinden dolayı teşekkürler ediyorum.
Taşkent bölümüne gelince:
Taşkent izlenimlerime çok üzüldüğüm Emur Temur bağından başlamak istiyorum. Özbekistan otelinin hemen önündeki bu park çınar ağaçlarıyla doluydu. Şimdi onları kesip yerine çam dikmişler. Bir tarafta ”Ormanlarımdan bir ağaç kesenin kellesini keserim” diyen Fatih diğer yanda bu kellesizler… Her yer güneş. Başını sokacak gölge bir yer bulamayan bir anne ile kızı oturduğum banka oturdular izin isteyerek. Andicanlı olduklarını, kızının Çin’e okumaya gideceği için evrakları tamamlamak üzere geldiklerini söylediler. Çınar katliamını sordum. Ağaçları Rusların diktiğini 67 yılındaki depremden sonra, bu yüzden kestiklerini söylediklerini ifade ettiler. Hemen karşısına bir müze yapılmış. Bazı materyallerin altın kaplaması için Taşkentli kadınların ellerindeki altınları verdiklerini” söyledi arkadaşlar. Burasını eskimeyen dostum Prof.Dr. Halim Kerim beyefendi ile sınıf arkadaşı Sabircan bey ile gezdik. Müze Emur Temur’un at üstünde, başındaki doppisi gibi yapılmış. Her şey mükemmel. Gezen de çok. Yabancıdan 6 yerliden 2 som alıyorlar. İkinci katta hanedanın mensuplarının resimleri var. Daha önceki gün gezdiğim ”Haşti Molla”mescidindeki Hz Osman dönemi 7.yüzyıl yazma Kuran’ın resmini çektirmemişlerdi ancak bu müzede kopyası vardı.Birinci kattaki bu kopyayı resmettik.Bir diğer dikkat çekici söz de Timur’un ”Güç adalettedir” sözü olmuştur.Onca güç kudret sahibi Timur gerçek gücün adalette olduğunu söylüyordu.Bu veciz sözü de dikkate şayan bir sözdü.Hemen yakınındaki ”Ali Meclis” ve onun karşısındaki yeni yapılan toplantı merkezi de güzel ve ilgi çekici yapılardı.
Taşkent’in bir güzel yeri de “Haşti Molla mescidi” idi.Burası harika bir restorasyondan geçirilmiş ve aslına uygun olarak yapılmış.Geniş bahçesi turiste hitap eden eşyaların satıldığı yerler ve gezen turistler vardı.Burada işte Hz.Osman dönemi Kuran vardı.Resim çektirmediler.Mevlana müzesi gibi planlanmış bir odalar sistemi karşınıza çıkmaktadır.
Taşkent gezmelerinin son günü akşamı saat sekizde başkentin iki büyük futbol takımı olan Pahtakar ile Lokomotif maçına gittik.Şeref tribününden bilet almışlar.Zaten başka yerler parasız bedava.Pahtakar şehir hakimiyetinin yani belediyenin takımı ve en eski takım.Lokomotif ismini neden hala Sovyet isimleriyle devam ettiklerini sordum.Lokomotif de demir yollarının takımı imiş ismi bu yüzden Lokomotif imiş. 40 bin kişilik eski bir stad. Zemin mükemmel. Taraftar az. Pahtakar’ın karşı açık tribündeki tahminen iki bin kişilik taraftarı ilkokul öğrencilerinin temposu gibi sade ve basit bir tempoyla tezahürat yapıyorlar. Kale arkasındaki Lokmotif taraftarları sessiz ve üç yüz kişilik bir gurup. Etrafımızda tek tük bayanlar da eşleriyle maça gelmişler. Kötü küfürlü tezahürata arkaya bakarak tepki gösterseler de bu tip yerlerin baş müşterileri zaten o vasıftaki insanlardır.Maçı beraber izlediğimiz Halim Bey,Sabircan Bey, Yarkin beylerle maçın bitiminde nasıl dağıtılacağımız konuşurken telefonum çaldı.Arayan öğrencilerimden Behram idi.”Hocam sizi çıkış kapısında bekliyorum” dedi.Bir sürpriz daha.Kimden öğrendi,nasıl buldu bilmiyorum ama bir güzel buluşma da burada vuku buldu.Maçı Pahtakar 4-0 kazandı.Ne seyirciler arasında kavga küfür ne de izdiham vardı.Dağıldık her birimiz gideceğimiz yerlere.
Behram ile geç vakit olmasına rağmen oturduk Anar denilen yerde. Sohbet uzadıkça uzadı. Çok olgun meraklı ve iyi yetişmiş bir insan olarak gördüm Behram’ı. O’na da “Bayram” dermişim sınıfta. Belki Fars güreşçisine benzemesin diye mi söyledim bilemiyorum.
Netice olarak biz Özbekistan’ı özellikle de Andican’ı unutmamıştık sevgimiz karşılıksız değilmiş meğer onlar da bizi unutmamışlar.Çok güzel bir kardeşlik havasında geçen bu on gün ömrümün asude geçen günlerinden biri olarak hatıralarım arasındaki mümtaz yerini aldı.Ancak şu güzel sözle tamam etmek gerekir:Gullap Yaşnagey Hür Özbekistan!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.