Batılı boşanmalarda şiddet niçin yok?
Batı kültürünün kadına bakışı doğu kültüründen farklılıklar arz eder. Zaten kültür de bir milletin hayat tarzının, yaşama özelliklerinin, dünyaya bakışının ve değerler manzumesinin ifadesi değil mi? İşte o batılı anlayış veya buna inanç ve iman da diyebilirsiniz, kadın ile erkeğin beraberliğinde karşılıklı rıza esasına dayanmak kaydıyla inanç, örf, genel ahlak normlarına uyup uymama gibi bir kriteri yoktur. “Ayıp olur mu, el-alem ne der, bu bize uyar mı?” gibi pek çok soruyu sormaya gerek yoktur. Bunun için batıda öyle uzun yıllar hafızalardan çıkmayacak, herkes tarafından dillendirilecek ,umumi takdir ve kabul görmüş aşk hikayeleri, sevda masalları yoktur. Sadece asil/köle aşkını anlatan Romeo ve Jüliet hikayesinden başkası birkaç serenattan ibarettir. Bir “Leyla vü Mecnun, Ferhat ile Şirin” gibi hikayeler bulunmaz orada.
Birliktelikler aşkı öldürür. Ne kadar uzaktaysa sevenler, ne kadar kavuşma ihtimali tahminler dışındaysa o kadar kuvvetle aşık olur sever, bağlanır ve beklerler. Birbirini sevdiğini, aşık olduklarını zannedenler evlenince kavgaya başlarlar. Çünkü onlarınkisi aşık olmak, sevdalanmak değil hoşlanmak, hoşuna gitmek, beklentilerine cevap verecek niteliklere sahip olduğuna inanmaktır. Bunu da yerine getirince kavgalar başlar kısa sürede boşanmayla neticelenir bu güzel beraberlik. Askerdeki kardeşine hasretlik mektupları yazanlar, kavuşunca iki hafta sonra kavgaya başlarlar. Birbirine aşık olduğunu sanıp kaçanlar iki ay sonra kavgayla ayrılmaya hazırdırlar. Sebep yine aynıdır. Batılı erkek ile kadın her şeyi aleni yapar. Gizli kapaklı iş olmaz.
Batılı kadın ile erkek evlenirken birbirilerini çok yakından tanıyarak evlenirler. Neyi bulacak, neyi bulamayacak tahminlere, zihin jimnastiklerine gerek yoktur. Onlar birbirini çok iyi tanıyan bir ikili olarak ortaklık kurarlar. İki kişinin bir ticari şirket kurarken herkesin ortak bir amacı vardır. Anlayış farklılıklarını az çok tanımaktadırlar. Belli şartnameler tertip ederek “bu kurallar içinde ş u amaca yönelik olarak” çalışacaklardır. Arada sıkıntılar olursa ortaklığı bozacak mahiyette ise bozulur ortak kazanılan şirket malları pay edilir. Evlilik de böyledir batıda. Evliliğe başlarken birbirini çok iyi tanıyan bu iki insan kurulacak evlilik birliğinin şartlarını açık seçik yazarlar. Bir ayrılık zamanında kimse diğerine itiraz edemez. Kavga gürültü olmaz. Şayet küçük bazı ihtilaflar olursa onu da mahkemeyle hallederler. Ayrılan kadın ya da erkek yeniden aynı güzellikte bir evlilik yapacağına inandığı için “ya evlenemezsem veya bunun gibisini bulamazsam” gibi tereddütleri yoktur. Onun gibi etrafta belki onlarca kendisine eş olabilecek adayın varlığına inanmaktadır. Kavgaya gürültüye de gerek yoktur. Her şey toplumun önünde alenen ve resmi kayıtlarla sabitlenmiş bir şekilde cereyan eder. İki tarafın da itiraz etmeye, birilerinden bir şeyler saklamaya veya saklandığı şüphesiyle korkmaya gerek yoktur. Herkes bilir ki bu beraberlik şu şartlarda bu kayıtlar altında yapılmıştır. Ayrılınca da nelerin pay edileceği, niye ayrıldıkları pek enterese etmez kimseyi.
Peki ya doğu milletlerinde durum nasıldır? Sevmek uzaktan sevmek, aşık olmak hep nasip meselesidir. Aşk belasıyla belalanan adam kendisini şanslılardan sayarken zamanla bu cezaya niçin düçar edildiğini sorar” kendisine. Beyhude cevaplar arar ama tatmin olmadan kıvranır durur bu girdabın içinde. Etraftan duyulmaması için saklamak, olanları olmamış gibi göstermek, inkar etmek, bu işin başlangıcındaki ilk yalanlar, birinci saklı/gizlilerdir. Duyulmaması için hep inkar etme metodu uygulanır. Çünkü işitilince sadece bu ikilinin değil onların aile ve dostlarının da belki itirazları hayal kırıklıkları, tepkileri ve öfkeleri olacaktır. Bu öfke selinin neleri yıkıp gideceğini neleri tahrip edeceğini tahmin dahi edemedikleri için kopacak tufanı da hesap edemeyerek saklamak ihtiyacını hissederler. İşte gizli kapaklı, kapalı kapılar ardında yapılan bu beraberlik bir engelle karşılaşıp yıkılacağı zaman da hesap edilemeyecek tepkilere sebep olarak bazen ya bir silahlı faciaya, ya bıçaklı arbedeye veya Allah korusun katliama kadar gider. Batıda yaşananların bilinmesine rağmen doğu milletlerinde bazı şeylerin gizli kapaklı olması örflerin gereği olduğu için karşılıklı olarak biri diğerini bazı gizli/saklı yaşananları ifşa etmekle tehdit eder. Hatta daha ileriye giderek biraz da yüzsüz ise ilavelerle durumu abartarak karşı tarafı ayıplı kılarak kendi haklılığını savunur. Bunlar da öfkeye sebep olur. Batılılar öfkelerini mahkemelerde aralarken, doğuda önce kendi metotlarıyla olmazsa en son mahkeme yoluyla cezalandırılmasına razı olurlar.
Bu günlerde sıkça rastlanan kadına silahlı bıçaklı, tekme tokatlı saldırıların sebebini de yine bu gizlilik ve saklanması gerekenlerde aramak gerekir. Hangi şartlarda ve neye göre hangi esaslara göre birlikte yaşadıklarına başta karar veremeyenler ayrılırken de güçsüz olan aleyhine pek çok problemle sona erer. Çünkü o beraberlik daha baştan toplumun kabul etmediği iki tarafın da birilerinden sakladığı bir çürük temel üzerine inşa edilmiştir.
Batılı kadın veya erkek ayrılmak durumunda kaldığından daha iyisini en azından aynısına yakınını bulacağından emin olduğu için elindekini serbest bırakmakta bir beis görmez. ”Ya bulamazsam endişesi, bunu gibisine rast gelemezsem korkusu“ daha güçlü olan erkeği şiddete teşvik eder. Kadını adeta kendisinin kölesi, tapulu mülkü gibi gören çağdışı zihniyet, kendisine layık gördüklerini kadına layık görmez. Hem batıda nikahsız beraberlikler hoş görüldüğü için toplum tarafından reddedilme endişesi de yoktur. Topluma karşı rezil olma, dışlanma, utandırma, rezil etme… gibi sıkıntıları olmadığından, herkes kendi yoluna devam eder. Ayrıca biten bu maddi ortaklık için manevi himaye, “eski nikahlısı” gibi mantıksız himayecilik de yoktur. Ayrılan, hayatını hangi şartlarda ve nasıl idame ettirecekse kendi takdiridir.
Batılı kadın ile erkek başlarken de ayrılırken de neleri kaybedeceğini nelerin sahibi olacağını açıkça bildiği için sonu facia ile sonuçlanan beraberliklere rastlanamaz. Alenilik kötü sonun en önemli engelleyicisidir.
Batılı severken ölümüne sevmez. “Benim olmazsan, hiç kimsenin de olamazsın. Ya benim olacaksın, ya toprak, ya da hiç kimseye yar etmem seni” deyip karşılıksız kalan sevgisini silahla bıçakla destekleyerek katletme eğiliminde değildir. O bilir ki ya kendisi veya sevdiği olmadığı zaman, canına kıydığı an o muhteşem sevdadan da söz edilemez. Şayet sevgi varsa yaşarsa değerlidir, ancak o zaman kendisinden bahsedilebilinir. Taraflarından birisi veya her ikisi de ölen veya öldürülen sevdanın anlamı da önemi de yoktur. Sevdalılar yaşamalı ki sevdalar yaşasın. Yaşatmalı ki sevgiler de aşklar da yaşasın. Ateş çukurlarında sevda çiçeğinin yaşamayacağını çok iyi bilerek sevdalanırlar. Yani batılının kitabında-defterinde, “ölümüne sevda” diye bir not yoktur.
Bir düşünce adamı, gazeteci ve akademisyen (ki bu adam bölücü raporlar hazırlamada, bozguncu fikirler yaymakta ustadır. Hatta bunu dış güçlerden aylık alır gibi maaşlı olarak yaptığını kendi kafasındaki bir başkası söyler. ) “Bir ömür boyu aynı kadınla yaşamak nasıl imkansız ise eskimiş, aynı anayasa ile yıllarca yaşamak da imkansızdır. Bu anayasanın değiştirilmesi gerekir” diyor. Bunlara “kadın değiştirir gibi anayasa değiştirmektedirler veya anayasa değiştirir gibi kadın değiştirmektedirler” demek uygun olur sanırım. Bu kafa, söylediklerini şu örnekle pekiştirmek istiyor. Bir zengin, kozmopolit adam yaşının yetmiş olmasına bakmaksızın otuz yaşında bir kadınla üçüncü evliliğini yapar.
Türk erkeği tek eşlidir. Tek eşli kamaya daha ilk günde nikahı kıyılırken yemin ederek: “Ölünceye kadar bir yastığa baş koymaya, iyi günde kötü günde yan yana olmaya, hastalıkta sıkıntılı yıllarda hep sırt sırta olmaya …” der.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.